Benim de sevdiklerim öldü

Emine Selimoğlu
4 çocuğu vardı. 2 kız, 2 erkek. 9 torunu. Komikti. Fıkrayı, komik hikayeleri, olayları hikayeleştirmeyi, gülmeyi çok severdi. Bütün yaşlılar gibi gazlı tüm içeceklere Fruko derdi. Diğer yaşlılardan farkı ise, o içecekleri sevmesiydi. Telefuzu zor olduğu için tornu Diren'e kocasının ismiyle hitap etti uzun bir süre. Fikri. Oğlunun doğumundan sonra üç fidan dikti bahçesine. Her birine bir isim verdi. Ali ismini koyduğu fidan erken büyüyünce nüfusta 'Muharrem' olarak kayıtlı olan oğlunu Ali diye çağırdı. Şimdi kimse -resmi kurumlar dışında- Muharrem Selimoğlu'nu tanımaz bilmez. Ali Selimoğlu'nu tanımayan yoktur. Şekeri çok severdi. Şekerli yiyecekleri ondan daha iyi kimse yapamazdı. Şimdi kızı yapıyor. Kendisi, yanlışlıkla yaptığını iddia etse de un yerine irmik kullanması şekere düşkünlüğünden gelmekte kesinlikle. Yaşıtlarının, ayağını dahi sokamadığı kaplıcadaki sıcak suda attığı kulaçlarla, herkesi kendine hayran edecek derecede güzel yüzerdi. Genç kızlara taş çıkartacak derecede özenli ve renkli giyinirdi. Renk tercihi kırmızı ve pembe ağırlıklı olurdu. Yaşam tarzı da kendi gibi sıcaktı. Hastalandı. Önce guatr sanıldı. Ameliyat oldu. Ama düzelmiyordu. Nefes alamıyordu. Uyuyamıyordu. Halsizleşti. Gücü kalmadı. Nefesi de kalmadı. Defalarca hastanelerde yattı. Düzeldi. Yine hastalandı. Boğazını deldiler. Nefes alsın diye. Alamıyordu. Köyde daha temiz hava alır diye köye çıkarıldı. Boğazındaki araçla nefes almaya çalışıyordu. Faydasızdı. Bir gün torunu bisikletle merkezden yanına geldi. Babanesinin yanına gitti.Normal şartlarda yemek, tatlı sunan babanesinin elini kaldıracak gücü olmadığını gördü. 'Nasılsın' sorusuna cevap bile veremedi babanesi. 'öyle işte' anlamına gelen bir hareket yaptı başıyla. Son görüşmeleriydi bu. 1 gün sonra fenalaştı. Hastanede 2. gün öldü. Diren'in aklına hala o son görüntüsü gelir ve üzülür. O nefes alamayan hali aklından çıkmaz.

Muhammed Özdem
Hiç bir zaman, hiç bir şeye itiraz ettiği görülmedi. Ne kadar hasta olsa da 'kötüyüm' demedi. Oysa hep hastaydı. Doktorlardan nefret etti. Hastanelerden de. Ama nefreti o hastanelerde yatmasını engellemedi. Kendi istemese de defalarca hastane yataklarında rüyalar gördü. Çok sevdiği sigarayı bir anda bıraktı. Doktorlar öyle istedi. Fındık toplamayı da başkalarına fındık ikram etmeyi de çok severdi. Çay içmeyi ve demleyip ikram etmeyi sevdiği gibi. Evinde çaydanlığın boş kaldığı görülmedi. Gençlerle her zaman uyumluydu. Damatlarının kendi arazisine yapacakları kamelya için, ağaç kesim müsadesi istediklerinde, 'O ağacın zaten orada ne işi var' diyecek kadar iyimserdi. İyiydi de. Ama gerçek iyiydi. Üzüldüğünü belli etmememeye çalışırdı ki yanındakiler üzüldüğünü görüp üzülmesinler diye. Oysa ki çok üzülürdü. Köydeki gençlerle rakı içerdi. Ve o rakının servisini bile yapardı. Arazi için, toprak için kimseyi kırmazdı. Ama onun kalbini hep kırarlardı. Yine de işine bakardı. Bol bol nasihat verenlerden değildi. Tornu Diren dershane için Trabzon'a gittiğinde 'muvaffak ol' demişti. Diren'in aklında onlarca nasihat içerisinde sadece o laf kalmıştı. Ve evet. Muvaffak oldu Diren. Hastalandı. Zaten hep hastaydı ama vücudu artık gizlenmesine izin vermiyordu. Doktor doktor, hastane hastane gezdi. Düzelir gibi oluyordu ama düzelmiyordu. Yattığı hastanede tuvalete gidemeyecek derecede güçsüzdü. Konuşmuyordu. Kıpırdamıyordu. Vücudunun rengi değişmişti. Tornu Diren, Samsun'dan döndüğü gibi  dedesinin yanına gitti. Dedesini gördü. 'naber dede' dedi. O yüzünde hafif bir tebessümle kafasını salladı ve dudağını oynatarak ama sessizce 'iyiyim' dedi. 5 dakika sonra öldü. Yine 'kötüyüm' demedi. Başı ağrıyınca bile 'ölüyorum' diyenlere sövdü Diren. Sözlükte 'iyi' kelimesinin anlamına bakın, onun adını göreceksiniz.

Fikri Selimoğlu
Hiç durmadan 50 yıllık anılarını anlatabilirdi. Ama işin garibi, bu 50 yıllık hikayelerin, 50. kere anlatılışına rağmen dinlenirken sıkmamasıydı. Ustaydı. Sağlam usta. Çimento, demir, kum, çakıl... Hepsi ondan sorulurdu. Kemençe çalardı. Oynak karadeniz havaları. Kemanı da kemençe gibi tutup çalardı. Nota bilmezdi sonuçta. Tutuşu önemliydi onun için. Bu da bir hikayesinden bilinir. Renkli gözlüydü. Gerçekten yakışıklı biriydi. Gençliğinde de yaşlılığında da. 4 yıl askerlik yaptı. Askerden döndüğünde, oğlu onu tanımadı. Alışması zaman aldı. Sonra 3 çocuğu daha oldu. Neredeyse hiç bir sağlık problemi yaşamadı. Kulağı duymuyordu sadece. Ki o da işine geleni duyardı. Karısının taleplerini duymaz, serzenişlerini duyardı misal. Toprağına, arazisine bağlıydı. Torunlarına gezdirirdi bağları bahçeleri. Gelirin yanı sıra hobiydi toprak onun için. Torunu Diren'e de sürekli 'Sınırları sana öğreteceğim' diyordu. Öğretemedi. İnatçıydı. Kendi dediği olsun isterdi. Haliyle her şeye karışırdı. Ama bunu huysuzluk derecesine getirmezdi. Elini kesti. Kulağından önemli bir ameliyat oldu. Ama bu önemli gibi görülen olaylar onun için grip ayarındaydı. Yoğurt yemeyi çok severdi. Hobi gibiydi yoğurt yemek binevi.  Eğer gelen misafirlerine yoğurt ikram ederse, bu onlarına sevdiğine işaretti. Tüm çocuklarına ve torunlarına yoğurt yedirtti. Fal açmaya bayılırdı. Geleceği görmek için değil, zaman geçirmek için. Hani şu iskambil kağıtlarıyla 3'er 3'er açılan faldan. Her zaman çıkardı falı. 3'er 3'er yerine tek çekerdi kağıtları çünkü. Hile değildi onunki. İyimserlikti. Sigara içerdi. Çok sigara içerdi. Öksürürdü. Çocukları kızardı artık içmemesi için. İnatçıydı işte. Dinlemezdi. Yemekten önce içerdi. Sonra da içerdi. Gece yatmadan da içerdi. Kalkınca da. Fenalaştı. Yatağa düştü. Konuşmadan yattı. Uzun süre yattı. 1 ay kadar. Onun için 100 yıl gibiydi bu sene. Kendi yaşı kadar yani. Bir gece gelininden su istedi. Bir iki damla içebildi. 'bir de sigara yak' demek istedi gelinine, orta ve işaret parmaklarını iki yana açıp ağzına getirerek. Yaktı. İlk dumanı kendi çekti. İkinci dumanı kayınpederine uzattı. Yarım nefes çekemeden öldü.

Fadime Özdem
Çok güçlüydü. Onun geçirdiği hastalıkları, ameliyatları içtiği ilaçları, şurupları standart bir insan kaldıramazdı. O kaldırdı ama. İsmail Türüt hayranıydı. Torunu Diren'in Türüt'ün 'piryoz' kasedini hediye etmesine çok sevindi. Horonu çok severdi. Oynamayı değil ama. İzlemeyi. Tam bir köy kadınıydı. Köyde olmadığı zamanlar halsiz, durgun ve mutsuz; köyde geçirdiği sürelerde ise ergen kız gibi olurdu. Bahçesiyle ilgiliydi. Karadeniz mevsiminin ve toprağının izin verdiği her şeyi yetiştirdi. Gençleri çok severdi. Gençler de onu. Kapı girişinde duran iki tornuna 'Tohumunuz ayakta mı atıldı?' diyecek kadar açık sözlü, espirili ve arkadaşça bir karakteri vardı. Kalabalığa, konuşmalara bayılırdı. Evi ve avlusu kalabalık oldu mu, ondan mutlusu yoktu. Televizyonda kendine hoca diyenlerin her söylediğine inanırdı. Her gün yeni bir günah öğrenirdi yani. Ama sona 'Bunlar da bir şey bilmiyor' diyerek boş konuştuklarını anladı. Torunlarına muazzam bağlıydı. Her birinin fotoğrafı başucundaydı. Maddi ve manevi desteği son nefesine kadar eksik olmadı. Köy ekmeğini iyi ötesi yapardı. Hamuru hazırlarken tornu Diren'in hamurla yeni bir yemek denemesine izin verdi. Normalde 'ziyan olur' düşüncesiyle hiç kimsenin yapmayacağı bu harekete cevabı 'ama ben de yerim' yemek de güzel oldu. Adı medeniyet. Kendi güçlüydü ama biyoloji bilimi de güçlüydü. Damarları tıkanmaya başladı. Karnı şişti. Ayakları şişti. Nefes alamaz oldu. Kalbine giden damarların %90'ı tıkandı. Kalbi temiz kan pompalamaz oldu. Biyoloji isyan etse de o etmedi. Direndi. Halüsinasyonlar görmeye başladı. 1 iyiydi 2 kötü. İyi gibi oldu. Karnı indi. Ayağı indi. Fiziksel görünüşü iyi hale geldi. Askerdeki tornu Diren'e telefonda 'tezkereni bekleyeceğim' sözü verdi. Ertesi gün kızı odasına girdi. Düzenli nefes aldığını gördüğünden uyandırmadı. Kahvaltıyı hazırladı. 10 dakika sonra tekrar odaya girdi. Nefes almıyordu. Öldü. İlk defa sözünü tutmadı. Puştluk yaptı.

Eğer cennet diye bir yer varsa 4'ü de orada. Yazımı da okuyorlardır muhtemelen. Babanemin okuma yazması yok ama dedem okur ona. Hatta Lazca'ya bile çevirir.

Hiç yorum yok: